27 Ekim 2016

LABİRENT

Ekim 27, 2016

LABİRENT

Yalnız. 
Herkes uzak. Her yer uzak. Her şey uzak. 

Yaşam alanını belirlediği çemberin çapı, herkese, her yere ve her şeye o kadar uzak ki. Hayal etmekte zorlandığımız sonsuzluğun içinde tek başına sanki. 

Labirent gibi soyut duvarlarla çevrili bir sarmalın ortasında. Yalnız. Biri, başlangıç noktasına geliyor. Ona, somut olarak o kadar yakınken soyut olarak ne kadar uzak olduğunu şaşkınlık içerisinde fark ediyor. Devasa duvarlarını keşfetmeye başlıyor. Korkuyla labirente ilk adımını atıyor. Merak ve heyecan içerisinde ilerliyor. Bir bulmaca gibi çözmeye çalışıyor. Adımları çekingen. Korkuyor. Soğuk duvarların arasında dolaştıkça kaybolmaktan korkuyor. Her yolu deniyor ve artık labirentin kalbine yaklaştığını hissediyor. Tam merkeze ulaştığını sandığı sırada en başa döndüğünü anlıyor. Zaman yine acımasızca ilerliyor. Her seferinde merkeze teğet geçiyor. Bir türlü labirentin kalbine dokunamıyor. Adımları artık koşar gibi, kaçar gibi hızlanıyor. Bir süre sonra merak, yerini umutsuzluğa, heyecan ise huzursuzluğa bırakıyor. Labirentten çıkmak istiyor. Kendine itiraf edemese de aslında kaçmak istiyor. Çıktığında ise labirentin kapıları aynı kişiye bir daha açılmamak üzere kapanıyor. Ama o bunu henüz bilmiyor.

İlk başlarda labirentin karmaşıklığından kurtulduğuna seviniyor. Derin bir nefes alıp rahatlıyor. Sonra etrafına bakıyor. Böyle devasa bir labirent göremiyor, sıkılıyor. İnsanların sıradanlığından sıkılıyor. İnsanların basit oyunlarından. Keşfedecek bir şey bulamayışından, kafa yoracak bir kaç cümle dahi duyamayışından. Sıkıldıkça anlıyor. Onu o labirent gibi etkisi altına alan, düşündüren, yaşamına anlam katmaya başlayan, her adımda yaklaştığını hissedip heyecanlandıran, merakla ve keşfetme arzusuyla ilerlemesini sağlayan bir şey olmadığını anlıyor. Ve anlamak, insanı derinden yaralıyor.

Bir gün labirente geri dönmek istiyor. Geri dönmek için her yolu deniyor. Hatta labirentin duvarlarını yıkmaya bile yelteniyor. Ama labirent kapılarını aynı kişiye bir daha asla açmıyor. Acı içinde düşünmeye başlıyor. "Ben nerede hata yaptım?" diyor kendi kendine. "Her yolu denedim, elimden gelen her şeyi yaptım. Ben nerede hata yaptım?" diye ağlamaya başlıyor. Bir anda (sözde) kafasına elma düşen Newton gibi, aydınlanma yaşıyor.

O, labirenti sadece bir bulmaca, bir oyun olarak görmüştü. Aslında labirent bir ruha ait, soyut duvarlardan örülmüş ve merkezinde kalp olan bir insandı. En önemli şeyi yani onun bir insan olduğunu ve bir kalbi olduğunu unutmuştu. Ona sadece bir oyun, bir bilmece ve bir keşif olarak yaklaşmıştı. Anahtar, sevgiydi. Sadece o duvarları aşmak ve başarıya ulaşmak değildi. O duvarları dinlemesi, sarılması yani sevmesi yeterliydi. O, duvarları baltalamaya çalışmıştı. O, duvarları aşıp ardında bırakmaya, yok saymaya çalışmıştı. Ama o duvarlar yaralı bir kalbin kalkanı idi. Her darbede bir duvar örmüş, her ördüğü duvarda daha da uzaklaşmıştı. Herkesten. Her şeyden. Ve her yerden. Uzaktı.

Yalnız.
...


Ne gariptir ki toplum olarak aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana; yüreği kör olana değil de gözü kör olana acırız...
*Halil Cibran

25 Ekim 2016

Ütopya'dan Mimliyoruz

Ekim 25, 2016

Ütopya'dan Mimliyoruz

"Ütopyalar güzeldir!"

Bir Deli Mavi  kız geldi girdi gönlüme. Gözleri derin, gönlü derya deniz. "Mucize" ile ilgili bir yazı var o yüzden sende yaz istedim dedi. Gülümsetti yine beni, bir deli mavi kız...

1. Mucizelere inanır mısınız? Neden?

Dünyaya yeni gelen bir bebeğin gözlerini ilk kez açışını, annesini ilk kez gördüğünde yüzündeki gülümsemeyi gördüğüm an mucizelere inanmaya başladığım an diyebilirim. 
Dünyadaki en büyük mucize, bir bebeğin gözlerinde, kokusunda, dokunuşunda gizli.

2. Şu an bir mucize olsa ne olsun istersiniz?

İş başvurusu yaptığım büyük bir firmadan, istediğim pozisyona beni uygun bulduklarını ve en yakın zamanda gelip başlamamı söylemelerini isterdim sanırım. İş konusunda psikolojik olarak öyle bunaldığım bir dönemdeyim ki aklıma mucize olarak bile bu geliyor. Bu soruyu belki 1 yıl önce yanıtlayacak olsaydım bambaşka bir yazı olurdu. Maalesef.

3.Bu kişi/olay/yer benim mucizem dediğiniz bir şey var mı?

Ablamın doğum yaptığı gün benim mucizem. O gün hissettiklerimi asla unutamam. Anne olmanın verdiği hissi tahmin bile edemiyorum. Sizin canınızdan bir can doğuyor. İnsan daha önce hiç bu denli yoğun bir hisse kapılmadığını anlıyor. Bu denli sevmediğini anlıyor. Hayat, o minik bebeğin gözlerinde duruyor. Kalp atışlarınız onun her hareketinde değişiyor. O ağladığında hiç olmadığınız kadar çaresiz çırpınıyorsunuz. Size bu dünyada en büyük mutluluğu verebilecek ve en büyük acıyı yaşatabilecek tek varlık o oluyor. 

Beni mimleyen, çok sevdiğim Bir Deli Mavi kıza çok teşekkür ediyorum. Bende değerli yazar arkadaşım Yeliz'i ve yeni tanıştığım değerli Çıplak Yazar arkadaşımızı bu değerli mime davet ediyorum.

Sevgiyle...

24 Ekim 2016

KADIN #2

Ekim 24, 2016

KADIN #2

Kolu kanadı kırık kadın. İnsanlardan korkuyor. İnsanların yapacağı her şeyden korkuyor. Sevmekten korkuyor. Çünkü sevgi bu hayatta var olabilecek bir duygu değil. BU hayatta duygulara yer yok! 

Aldığı yaraları saymaya başlıyor. Bir yerden sonra hatırlamıyor. Kaç kez kırdılar kanatlarını? Kaç kez onarmaya çalıştılar? Hatırlamıyor. Unutmak belkide iyi bir şeydi. Acı her an sızlamıyor olsaydı eğer. Uykuları acıyla kavruluyor olmasaydı eğer. En ufak bir durumda dünyayı terk etme isteği doğmuyor olsaydı eğer. Kelimeler bile canına kast etmiyor olsaydı eğer. Şarkılar kulaklarını sağır etmiyor olsaydı. Aldığı nefesi içinden acıyla vermiyor olsaydı. Gözleri bir ağaca takılıp dolmuyor olsaydı. Yaşıyor olsaydı eğer. Unutmak iyi bir şey olacaktı belkide.

Kadın darmadağın. Kadın, yarı yok. Ancak bir hayalet bu kadar yok olabilirdi. Ancak bir ölü bu kadar sessiz kalabilirdi. 

İnsan bir şeylerden kaçmaya çalıştıkça daha çok yakalanıyor. Ve en önemlisi sevmek yetmiyor. Sevmek belkide, bu devirde yetmiyor. İnsana hiçbir zaman hiçbir şey yetmiyor. İnsan yetinmeyi zaten bilmiyor. Ama sevgi, sevgi öyle mi? Öyleymiş. Sevginin yetemediği bir dünya varmış. Sevginin yetemediği bir yaşam mümkünmüş. Kadın sevginin yetmediğini ilk kez anlamış.

Sevgiyi sorgulayacak bir hale geldi kadın. Sevgiden şüphe edecek bir hale geldi. Sahi sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti.. Değil mi?

Sevgiyle...  


"Birini sevmeye koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. Güç ister, yürek ister, körlük ister. Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu."
*Jean Paul Sartre

15 Ekim 2016

ACI

Ekim 15, 2016

ACI

Hayat. Üzerine sonsuz sayıda söz sarf edilmiş kavram. Kavraması basit ama acı. İnsan anladıkça kaçıyor. Ağır geliyor anlamak. Anladığın her şeyi anlatamayıp yutmak! Ağır geliyor yaşamak. İdam gününü bekleyen bir mahkumun yaşadığı acı kadar acı, anlamak.

Yeni bir hayat kurmak, yeniden başlamak mümkün mü? Varlığının ağırlığı altında ezilmeden yaşamak.. İnsanların kör ve sağır olduğu çemberin dışına çıkmak ve orada yalnız başına dönüp durmak.. Gerçek ve hayal arasında asılıp kalmak..

İnsanın tek derdi kendini değerli hissetmek mi? Sevmek ve sevilmek için çırpınmak mı? Hayatta belli bir konuma yükselmek mi? Adını duyurup, ünlü olmak mı? Her şeyi başarabileceğine inanmak mı? Hepsi kendini değerli hissetmek üzerine kurulu ideallerden başka bir şey değil. İnsan kendini değerli hissettiği sürece, var. Bir insanın değerli olup olmadığı değil, değerli hissedip hissetmediği mevzu bahis.

Her canın bir değeri vardır. Can fakında değilse neye yarar?

İnsan zamanının olmadığının farkında ama neye zamanının olmadığının farkında değil. Yaşamamak için direniyor. Yaşamak için ne yapıyor? Her gün önünden geçip gittiği, çorap satan yaşlı kadının önünde durmaya zamanı olmuyor. O yaşlı kadını görmüyor. O yaşlı kadını sevmiyor. O yaşlı kadını umursamıyor. Yaşlı kadın, koşar adımlarla geçenleri gördüğünde belki bir acelesi, derdi, hastalığı vardır diye onlara dua ediyor. Ama yaşlı kadının varlığını ezbere bildiği halde yok sayanlar, evden 5 dakika erken çıkıp yaşlı kadına “Kolay gelsin.” demiyor. Dünya kadar derdi olduğunu sananlar, dert nedir bilmiyor. Herkesin derdi dünya kadardı oysa...


Kendimi genellikle yeryüzünün her yerinde sürgün sayıyorum. Ve hiçbir yerinde göçmen saymıyorum. Yazdıklarım göçmen yazını değil. Somut anlamda sürgün yazını da değil. Ben kendi kendimi her an, her yerde için için sürüyorum. Tezer Özlü | Yeryüzüne Dayanabilmek İçin 

12 Ekim 2016

KADIN #1

Ekim 12, 2016

KADIN #1


Karmakarışık. Kafam, elim, kolum, dilim ve gönlüm. Durmayan, durulmayan bir sağanak var yüreğimde. Durmayan sözler var zihnimde. Her yeni gün bir başlangıçmış. Her yeni gün yarım. Bomboş beyaz sayfalar bıraktım geride. Tek bir mürekkep damlası dahi damlamadı gönlüme. Dalgasız deniz gibi ölü ruhum. Terk edilmiş bir kasaba gibi sessiz dilim. Bir rüzgar dahi esmiyor bu kente.

Yalnızlık, insanın yanında olan onca cana rağmen öyle hissedilir bir boyuttaki. İnsan dile getiremediği, getirse de anlam ifade etmeyen her şeyi yüreğinde taşıyor. İnsan yaşadığını değil yaşıyormuş gibi yaptığını anlıyor. Yalnızlığın boyutu durmadan büyüyor. İçindeki sağanak şiddetleniyor.

Dışarıdan nasıl sakin gözüküyor kadın. Dünya yansa umurunda değil. Her şeyi dikkatle dinliyor, mantıklı cevaplar veriyor hatta tebessüm bile ediyor. Mutlu ve huzurlu bir izlenim bırakıyor ardın da. Belki de tam aksi lakin dile gelmiyor. Dillendirilmeyen onca acı gibi. Unutulup giden hatıra defterleri, çoktan yok olmuş resimler, gözyaşları ile yazılıp yok edilmiş mektuplar. Değeri olan ne var ki? Bu hayat mı? Bu can mı değerli? Okyanustaki kum tanesi kadar, belki…


" Kelimelerim seni korkutmasın; ölmüş olan biri artık hiçbir şey istemez, sevilmeyi de, kendisine acınmasını da, teselli edilmeyi de istemez."   Stefan Zweig | Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu 

11 Ekim 2016

MİM YAZISI

Ekim 11, 2016


Sevgili arkadaşım Semanur beni mimlemiş. Daha önce hiç mim yazısı yazmadım lakin elimden geleni yapacağım. Güzel arkadaşımın yazısına da buradan ulaşabilirsiniz.

1. Bu yaz okuduğun en güzel kitap?

Okuduğum kitapları genelde uzun araştırmalar sonucu seçerim. O yüzden beğenmediğim pek kitap çıkmaz. Lakin en güzelini seçmem gerekirse Sabahattin Ali / Kuyucaklı Yusuf derim. Yusuf'un hikayesi beni derinden etkiledi. Kitabı çok kısa bir sürede okudum ve son sayfalarda göz yaşlarımı tutamadım. Çok gerçek ve acı bir romandı. 

Varlığı büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi; fakat yokluğu müthişti...

2. Bu yaz okuduğun ve sana hayal kırıklığı yaşatan kitap? 

Zor bir soru açıkçası. Kendisi çok sevdiğim Avusturyalı yazar Stefan Zweig. Kitabı ise Olağanüstü Bir Gece. Kitaplarını her okuduğumda kendisine daha çok hayran olmama rağmen bu kitabı beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Belkide kendisinden çok şey beklediğim için böyle oldu. Ama kitap sitelerine bakarsanız puanı oldukça yüksek ve kitaba olan ilgi fazla.

Size ait değilim artık, içinizden biri değilim, ama yükseklerde ama diplerde dışınızda bir yerlerdeyim, fakat asla ve asla sizin burjuva refahınızın düz kumsallarında değilim artık.

3. Bu yaz izlediğin en güzel 3 film?

Çok fazla film izleyen biri olarak ilk 3 seçmek benim için biraz zor olacak. Ama aklıma gelen ve çok etkilendiğim 3 film şöyle:

1. The Fisher King / 1991 ( Balıkçı Kral)
2. Antwone Fisher / 2002 
3. Life As a House / 2001 ( Yeni Bir Yaşam )

4. Bu yaz dinlediğin en güzel şarkı?

Her şarkının ayrı bir yeri ve değeri vardır bende. Bu yüzden yine zor bir soru benim için. Sanırım sürekli dinlediğim şarkı:
Sia | The Greatest


5. Bu yazıyı bir kelime ile tarif et

Eğlenceli. 

Beni davet eden arkadaşım Semanur'a çok teşekkür ederim. Bende diğer arkadaşlarımı davet ediyorum.

Gizli Özne 
Bol Kafein 
Ben Lacivert

Ziyaret ettiğiniz için;

Teşekkür ederim.